
İSTANBUL – ‘Buzdan Hayaller’ (Noi the Albino) ve ‘Tutunamayanlar’ın (The Dark Horse) Dagur Kari dokuzuncu !fİstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nin konuğu. Son filmi ‘İyi Yürek’i (The Good Heart) hit filmler kategorisinde gösteren festivalde Kari aynı zamanda jüri üyesi.
İzlandalı yönetmen Kari bundan önceki iki filmini İzlanda ve Danimarka’da çekmiş ABD’ye adım atacak gibi bir imaj da yaratmamıştı. Ne var ki son filmi ‘İyi Yürek’i ABD de iki ünlü ABDli oyuncuyla çekti. Bunlardan biri büyük bütçeli filmlerin küçük rollerinin, akılda kalır oyuncusu Brian Cox. Diğeri ise en çok ‘Little Miss Sunshine’ın ağabeyi Dwayne olarak hatırlanan Paul Dano.
Filmde Brian Cox New York’ta nuh nebiden kalma bir barın sahibi Jacques’ı, Paul Dano ise sokakta yaşayan ve hayattaki tek varlığı kedisi olan Lucas’ı canlandırıyor. İkilinin tanışmasıyla beraber, artık günlerinin sayılı olduğunu düşünen Jacques için Lucas istese de istemese de, barın varisi oluveriyor. Dediğim dedik, zorlayıcı, ırkçı ve (filmde ‘faggot’ ve ‘homosexual’ kelimeleri sebebi anlaşılamayan bir biçimde altyazı çevirisine katılmamış olsa da) homofobik Jacques ile hiçbir şeye hayır diyemeyen Lucas bir araya gelince de ortaya garip bir ilişki çıkıyor.
Jacques’ın tersine Dagur Kari ağzından kerpetenle laf alınan cinsten. Öyle ki filmi seyrederken, diyalogları kendisinin yazmış olması inanılmaz gelebiliyor (‘Brokoli osuruğun cisimleşmiş halidir’ lafı bu adamdan mı çıkmış yani?). Ama en iyi yönetmen az konuşan yönetmendir deyip ne derse yazıya geçiriyoruz.
Önceki filmlerinizi İzlanda ve Danimarka’da çektiniz. ABD’ye gidiş nasıl oldu?
Herşey filmin isminin İngilizce olmasıyla başladı. Sonra İngilizce yazmaya başladım. Karakterleri yaratmaya başladım. Aslında tesadüf eseri oldu, planlanmış birşey değildi. Hikaye için filmin büyük bir şehirde geçmesi çok önemliydi. İzlanda ya da Danimarka’da öyle büyük şehirler yok. O yüzden ABD’de çekme fikri doğdu.
Brian Cox ve Paul Dano’yla nasıl bir araya geldiniz?
Ben ikisini de çok beğeniyordum. Brian Cox hep büyük filmlerde kısa rollerde görüp de daha uzun süre seyretmek istenen oyunculardandır. Ben filmimde neredeyse her sahnede olsun istedim. Paul Dano da çok yetenekli genç bir oyuncu. Onunla çalışmak da çok heyecan vericiydi.
Bu filmin neredeyse tamamı kapalı bir alanda, Jacques’ın barında geçiyor.
Benim için çok mantıklı bir adım bu. Filmlerimi sinemasal olarak tanımlanmış bir alanda çekmeye çalışıyorum. Daha önce bu bir kasabaydı şimdi ise bir bar, yani bana göre o kadar farklı değil. Bunun dışında önceki filmlerle aynı çalışma metodunu uyguladım. Önce komedi unsurunu öne çıkarıyorum. Daha sonra bunu trajik bir öğeyle bir araya getiriyorum. Ama tabii sürekli aynı filmi de çekmek istemiyor insan. Biraz değiştirmeye geliştirmeye çalışıyorsun.
Bu film daha çok diyaloğa dayalı öyle değil mi?
Evet kesinlikle diyaloğa dayalı bir film. Brian Cox’un karakteri Jacques bütün film boyunca konuşuyor diyebilirim. Bu benim için yeni bir alandı ve gerçekten iyi diyalog yazmayı çok istedim. İyi diyalog derken günlük hayatta olduğu gibi ya da gerçekçi anlamında iyi değil ama iyi yazılmış diyalog.
Filmin gecikmesinin sebebi neydi?
Aslında pre-production çok uzun sürdü. Herşeyin netleşmesi çok uzadı. Lokasyonlar, oyuncular vs. İzlanda’da bir oyuncuyla çalışmak isterseniz arar “Böyle bir rol var” dersiniz. O da kabul eder ya da etmez. Ama ABD’de öyle değil. Oyuncuların menajerleri var, temsilcileri var, avukatları var, şu var bu var. ABD’deki sistemi anlamak bile başlı başına uzun bir zaman aldı.
ABD’de film çekmenin hiç iyi bir tarafını bulamamış gibisiniz?
Ben küçük bir ekiple çalışmayı gerçekten seviyorum. Bunun getirdiği esneklik çok güzel. Bu benim için çok önemli. Orada ekip büyük esneklik yok, hiç böyle bir şansınız yok. Bu yüzden çok pozitif bir deneyim olduğunu söyleyemeyeceğim. Eğlenceli bir deneyim olduğu kesin. Ama neyi nasıl yapacağınıza çok önceden karar vermeniz gerekiyor. Siz çekim yapacağınız yere gelip de orada bir ambülans buluyorsanız bu durumla başetmek zor olabiliyor. Çünkü öyle bir durumda yeni birşey deneme şansınız yok. Zaten ABD’de film çekmek çok pahalı. Bar sahnelerini İzlanda’da çektiğimiz için iki ayrı dünyada yaşıyor gibiydik.
Film Toronto Film Festivali’nde gösterildi. Festival deneyimi nasıldı?
Çok güzeldi. Seyircinin tepkisi çok iyiydi. O kadar yıldan sonra en sonunda filmi gösterebilmek de çok güzel bir histi. Çünkü seyirciyle beraber izlediğim zaman filmi ilk defa izliyor gibi hissediyorum. Post prodüksiyon o kadar uzun sürüyor ve o süreçte filmin o kadar içine giriyorsun, filmi o kadar çok görüyorsun ki filmin konusunu unutuyorsun. O yüzden filmin neden bahsettiğini hatrlamak gibi oluyor.
Peki ödül konusunda hisleriniz neler? Oscarlar mesela?
Oscar mevzusuyla hiç ilgilenmiyorum. Kimin aday olduğunu bile bilmiyorum. Filmlerin ödüllendirilmesi konusu zaten bana ters.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder