
Yeni Osmanlıcılık yapıldığı, AKP’nin entelektüel iklimine uygun konsept seçildiği gibi eleştirilere ne dersiniz?
Önce sergiyi tarif edeyim. Çünkü bu sorunun cevabı burada var. Bu sergi merkezinde dokuz sanatçının yer aldığı, karşılaştırma zemini üstünde, geleneğe ait düşünce ve üretim biçimlerinin modern sanata nasıl aktarıldığını, çağdaş sanat tarafından nasıl dönüştürüldüğünü gösteriyor. Bir öneri olarak. Öncelikle aslında bir bellek sorunu tartışıyoruz. Politik müdahaleler ulus-devlet inşaası gibi belleğin geçmişinden ne devraldığını tartışıyoruz. Biliyoruz ki bu coğrafyanın kendine özgü dinamikleri var. Bir kere doğu-batı ekseninde bir modern olma arzusu ve telaşı var, ulusal kültür ve uluslararası medeniyet arasında bir sentez kurma gibi bir süreç var, bir de geçmiş ve şimdi ve gelecek arasında var olma sorunu ve sorumluluğu arasında birikmiş olan büyük bir kambur var. Tarihsel durumlar karşısında sanatçıların pozisyon almaları kolay değil. Ondan öte bu konuda da tek bir hat, tek bir kültürel şema, referans önermek de mümkün değil. Sergi tam da işte bunu yapıyor. Bunun içerisinde, islami gelenek ve Osmanlı ile sınırlı olan bir tartışmayı merkez alıyor ve Anadolu’daki diğer kültürel geçmiş ile akrabalık ilişkisi içerisinde olan sanatçıların geçmişten neler devraldıklarını göstermeye çalışıyor. Sanat yapıtları – bellek ilişkisini aralayarak, gelenekten şimdi, şu ana, konsantrasyonu 1950 sonrası olarak, neyin sızdığını, neyin kesintiye uğradığını, neyin sanatsal bir dile dönüştüğünü göstermek istiyoruz. Sanatçıların dokuzu da birbirinden ayrı referanslarla geleneğe bakıyor. Bu sanatçıları bir araya getirmekteki amacımız da şuydu; bu konuya tek bir bakış hattı üzerinden yaklaşılamayacağını göstermek. Dolayısıyla böyle birşeyi kabullenmek mümkün değil. Çok yavan bir okumayla bir vav harfi üzerinden tartışmayı Osmanlı’ya ve islami düşünceye indirgemek çok basit bir çözümleme. Yani bunun içerisindeki sanatçılara bakalım; bu sergide en çok tartışılmayan konunun sanatçılar olduğunu düşünüyorum. Çünkü herkes söyleme bakıyor. Söylemin nasıl yorumlanması gerektiğini yazıyor ve dillendiriyor. Ama bu sergideki sanatçıların neler yaptığını izliyorsak gerçekten, ortaya bir sürü başka şey çıkıyor.
Bunu biraz açar mısınız?
Bu dokuz sanatçı hem geleneğe hem de birbirlerine karşı çok farklı eğilimler sergiliyorlar. Ergin İnan, Bizans’la İslam, inançla varoluş sistemleri arasında bir sentez arayışındaysa, İnci Eviner bunun tam tersini yapıp tamamen kültürel bilgiyi ve kültürel işaretleri yönsüzleştiriyor. Geleneğin içerisinde bastırılmış olanı, şimdiki zamanın diliyle var etmeye çalışıyor. İkisi de bu sergide olan sanatçılar. Erol Akyavaş kaligrafiyi ve minyatürlerden nasıl bir imge oluşturulabileceğini gösterirken, ki ilk örnek 1959 tarihlidir Bedri Rahmi tam tersini yapıyor. Anadolu kültürünü, sokaktaki elişçiliğini, nakşı ve süslemeyi modernin içinde bir kök olarak görüyor. İsmet Doğan bu sergide cumhuriyetin geleneği nasıl yardığını ve bir ikon olarak Atatürk’ün gelenekle olan ilişkisini ve kutsallığını sorguluyor. Selma Gürbüz tam tersini yapıyor, yani islami düşünceyle hiçbir yakınlığı olmayan bir iştir bu. Saray dışı halk motiflerini ve söylencelerinin kültürel bellekteki izini sürüyor. Ekrem Yalçındağ büyük bir duvar resmi yaptı. Tam da dekoratif olanı sorunsallaştırıyor ve nakışın, süslemenin şimdiki zamandaki olasılıklarını ve bir mimari mekanla süsleme arasındaki yakınlığı ve o düşünceyi aralıyor. Mesela Murat Morova, Bektaşi geleneği ile ilgili. Bütün bu verileri sosyokültürel olarak benimsemiş olan bir sanatçı. İslam estetiğini siyasal hicivden, kaba öykünmecilikten, süslemeci, nostaljik bir ruhtan bağımsız ve yalın bir gözle izlememiz gerektiğini öneriyor. Bütün sanatsal duruşunu da bunun üzerine kurmuştur. Öbür taraftan doğu – batı geleneklerindeki benzerlikler, daha çok sözel ve düşünsel benzerlikler ve farklılıklar üzerine konsantre olan bir sanatçı var. O da Balkan Naci. O da bambaşka bir yerden, yani toprak, hava, ateş, su gibi daha çok bir varoluş sembolü olabilecek olan bir imge sembolü üzerinden gidiyor. Bu sergide dokuz sanatçının dokuzunun da birbiriyle konuştukları ortaklıklar var ama mesela bu yorumlardaki işaretleri anlamaya çalışıyorum. Ama dört sanatçı yok bu sergide, dokuz sanatçı var ve geri kalan beşi de o dördünün inşaa ettiği bilgiyi bozup başka kanallarda yeniden kurmaya çalışıyor.
Fikir nasıl ortaya çıktı peki?
“Bir bellek sorunu olarak geleneği nasıl yaşıyoruz?” Bu o kadar büyük bir damar ki sadece bu konu üzerinde düşünmek bile bu kuruma, bana, bu sanatçılara ait değil, bu ikiyüz yıldır bu coğrafyanın ana sorunu. Dolayısıyla bunun içinden bir yol almak ve bir öneri sunmak, temel yaklaşım buydu. Bu çok konuşulan ama gerçek anlamda bu çapta bir sergiyle daha önce sunulmuş bir fikir değil. Belki de büyük eleştiri buradan doğuyor.
Bir yandan da iyi değil mi eleştirilmesi?
Ben iyi olduğunu düşünüyorum. Çok iyi. Ama yeter ki bu konuda o dilsel şiddeti sürdürmeyelim. Bir eleştiri hem hatalarınıza dair hem de bu fikrin, bundan sonra nasıl çalışabileceğine dair bir öneridir. Hele böyle bir konuda bir çapı ve sınırı yok. Ben çok önemli bir sergi yaptığımızı düşünüyorum. Bu kadar konuşulduğuna göre çok önemli bir damarı harekete geçirdiğini düşünüyorum. Bir de şu var, bu modernlik sürecinin kendine özgü dinamiklerini başka bir coğrafyanın kendine özgü dinamikleriyle karşılaştıramazsınız. Bu en temel konulardan birisidir. Bunu yaptığınız zaman müthiş bir oryantalizm yapmaya başlarsınız. İktidarı birden bire o modernliğin içerisindeki aktörlere ve durumlara yansıtırsınız. Oradan hiçbir şey göstererek. Bu sergi şunu göstermeye çalışıyor; bunu tartışamıyoruz. Böyle bir sergi oluştururken, Bedri Rahmi’siz ya da Erol Akyavaş’sız yapamazsınız. Böyle bir anlayışa, bir müze sergisi müsaade etmez.
Neden bu kadar tartışıldı sizce bu sergi?
Bir kere ne kadar önemli bir konu ve soruna işaret ettiğimiz ortada. Görünen o ki gelenekle hesaplaşmak hala bir tabu. Modernliğimizi oluşturan ana damarlardan biri diyoruz. Bunu tartışırken birbirimize, hiç yakışmayan dilsel bir şiddet uyguluyoruz. Konuşmalardaki yazılardaki şiddet hiç haketmediğimiz bir konuşma şekli. Hiçbirimizin. Sergiyle ilgisi olmayan o kadar yanlış bilgi aktarılıyor ki. Sonunda da sergiyi görmemiş bir sanatçıyla röportaj yapılıyor.
Ne gibi yanlış bilgiler?
1980 sonrasına odaklanıldığıyla ilgili bir eleştiri var, Ayşegül Sönmez ve Mithat Şen röportajında. Sergide böyle bir bilgi yok. Duvar metninde herhangi bir işaret yok. Daha da ironiği bu sergide Bedri Rahmi ve Akyavaş var. Zaten onlar 1980’den önceki süreci temsil ediyor. Daha da önemlisi bu sergide hiçbir tarih vurgusu yok. Tamamen tarihin tarihsizliğini vurgulayıp belleğin tarihe hapsedilemeyeceğini göstermek istiyor.
Peki 2010’un fonundan yararlanmak için serginin alelacele kotarıldığı eleştirisine ne diyorsunuz?
Böyle birşey olamaz. Biz bu projeyi yapacağımızı 2009 yılında yapacağımız bilgisini yayınladık. Radikal’e de bu bilgiyi geçtik. Mayıs ayında ‘Yeni Yapıtlar Yeni Ufuklar’ı yaptık ve bu sergiyi de 2010’un başına attığımızı resmi olarak açıkladık. Bu sergi programlanırken 2010’la hiçbir alakası yoktu. Bu çapta bu büyüklükteki sergiler özellikle de yaşayan sanatçılarla iki üç ayda ortaya çıkmıyor. Sergi yapan herkes bilir, bir müze ya da galeri bir yıl, bir buçuk yıl önce programlanır.
Beral Madra’nın projeyi onaylamadığı ama projenin direkt yürütme kurulunca onaylandığını da söyleniyor...
Ben bu konuda hiçbir yorumda bulunamam. Sonuçta bu proje 2010 tarafından desteklenmiştir, hiçbir şey diyemem. Ben 2010’la iş yapıyorum. Biz sergilerimizi “Beral Madra işbirliğiyle yaptık” demiyoruz, “2010 işbirliğiyle yaptık” diyoruz. Onların kendi iç yapılarında bu işi nasıl tarif ettiklerini o kuruma sormak lazım. Şunu da belirtmek istiyorum, sanat tarihçileri, felsefeciler için bu konu çok ilginç olabilir ama benim işim kitaptaki bilgiyi doğrulamak değil. Öncelikli amacım bu işleri sunmak bunları tartışmak ve bütün bunlardan bir yere ulaşmak. Dolayısıyla bir argümanınız olmalı bir eleştiride. Bu argümanı sunduğunuz zaman, hangi sanatçılarla bunu nasıl yapacaksınız, açıklamanız lazım. Gelenek, modern ve çağdaşta nasıl çalıştı, nasıl çalışıyor, bu sergiyle bitebilecek bir konu değil. Eğer böyle bir eleştiriyi harekete geçireceksek gerçekten bir öneri sunmak lazım. Dersin ki “Geleneği böyle yorumlamak lazımi böyle yorumlayan sanatçılar da bunlar.” Yoksa öbür türlü “Bir iki isim dışında” gibi kaçamak söz söylemek bence bu sergide olan ve olmayan sanatçılara yapılmış en büyük haksızlıktır.
Bir de orada çok inanamadığım bir söz var. “Avrupa sanatı, kendi olmayan ülkelerin ve kıtaların talan edilmesi üzerinde şahlanmıştı, yine de bu iğfal edişin bile bir zerafeti, bir mütevaziliği vardı.” Bu korkunç. Böyle bir cümle kuramazsınız. Bu okuma bence, oryantalizmin içselleştirilmiş halinin tamamen dışavurumudur. Ben inanamadım.
Neden dokuz sanatçı var sergide?
Bu bir antoloji değil. Bu merkezinde dokuz sanarçının yer aldığı bir okuma. 20 – 25 sanatçıdan birer iş toplayarak bir sergi kurmaya hem ben çok inanmıyorum hem de böyle bir pazar yeri oluşturulmasına da çok sıcak bakmıyorum. Önemli olan davet ettiğimiz sanatçıların bu işlere bu düşünceye nasıl cevap verdiğini gösteren bir sergi kurmaktır.
Objelerin sergide yer alması da eleştiriliyor...
Bellekteki işaretlerin objelerle, objenin kendi formu da olabilir, objenin üstündeki süsleme de olabilir, objenin manevi kullanım değeri de olabilir, onunla ilüstre etmiyor bu sanatçılar bu objelerdeki bilgiyi. O bellek onu zaten çekip alıyor. Bu işarettir. Bunu yaparak tarihin tarihsizliğini vurgulamak istiyor bu sergi. Bu sergiye katılan sanatçılar bunu anlayabilecek ve okuyabilecek kadar zekiler. Onların yaklaşımları bunu kabul etmekse, bunu iyi düşünmek lazım eleştirirken. Tesadüf eseri yerleşmiyor bu objeler. O işaretlerin açık ve örtülü tarafları var. Hepsi ağırlıklı olarak sanatçıların kendi koleksiyonlarından geldi. Devlet müzelerinde, Topkapı Sarayı’nda ya da müze koşullarında yaşayan objeler değil onlar, ev koşullarında yaşayan objeler. Sanatçıları bu objelerle etkileşim halindeler ve bunda hiçbir yanlışlık görmüyorum. Böyle bir akış var ve bu akışta hiçbir hiyerarşi yok. İlk defa bu sergi bunu samimiyetle gösteriyor ve sanatçılar da bunu kabul ediyor. Sanatçıların bu duruma karşı ne düşündüklerini hiçkimse tartışmıyor. Genç değil bu sanatçılar, en genci 50 yaşında, gelenekle olan ilişkilerini bir yaşam biçimine de dönüştürmüşler. Şimdi geleneğe bakışın ya da gelenekteki herhangi bir ögenin yorumlanması belki çok popüler bir konu. Bu sanatçılar bize şimdiki üretimlerini sunmuyorlar ama 50 yıllık üretim var burada. O yüzden zaman bunları nasıl taşıdı bugüne, onlar bu zamana ne kadar direndiler, onu da görmek lazım. Ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Bu serginin bir araya gelme sürecinde de bu objelerin anlamlarını çok iyi kavradılar.
Müslüman kesimin eleştirilerine ne diyorsunuz?
Ben bu sergide kitch hiçbir şey görmüyorum. O onun görüşü tabii. Ama kitch’in tanımını da yapmak lazım.
Hasan Bülent Kahraman’ın ilişkinin tamamen görsellik üzerinden kurulduğuna dair eleştirisine ne dersiniz?
Katılıyorum. Bu hedefli ve niyetli bir sergi. Sözü edilen görsel yaklaşımın ötesindeki daha içeriden bir sergi de kurulabilir. Ama işte bunu söylerken, ‘Hangi yapıtla?’ ya da ‘Hangi sanatçıyla?’ diye de bakmak lazım. Şu da çok önemli; bu bir müze sergisi, biz bu bilgiyi izleyiciyle metinler eşliğinde paylaşıyoruz. Bir süreç olarak bilgi aktarıyoruz. Bunun içerisine herşey dahil olabilir. Daha önemlisi üst katta 2000 metre karelik başka hiçbir müzede olmayan bir kalıcı koleksiyon katımız var. Yüz, yüzon yıllık süreci bugünkü en önemli örnekleriyle de gösteriyor. O yüzden o intim diyeceğimiz şey üst katta mevcut. Sorun şu ki bu işi yapan kurum, sergi küratörü ve bu dokuz sanatçı bundan haberdar değil gibi konuşuluyor. Bunu anlamak mümkün değil. Kalıcı koleksiyon katında sergilenen işleri tekrar görmelerini tavsiye ederim. O işler bu müzenin ayrı bir katında bu konuyu farklı biçimde tartışıyor olabilirler, bence bakmak lazım. Bakılmıyor çünkü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder