
londra film festivali'nde neler olmuş peki merak ediyo musunuz?
'never let me go'nun gösteriminde, elbette, kazuo ishiguro da hazır bulunmuş (konuya yabancıysanız özetliyorum: 'never let me go', kazuo ishiguro'nun pek ünlü ve pek muhteşem romanı. alex garland senaryolaştırdı, mark romanek filme uyarladı. başrollerinde carey mulligan, keira knightley ve yeni spiderman, andrew garfield var). ishiguro, bütün krediyi garland'e vermiş, filmin oyuncularını övmüş durmuş. neticede kimileri filmi trajedi ya da gerilim olmak için biraz fazla cilalı bulmuş (bundan kıllanmak mümkün zira kitabın hayranı çok ve o hayranlardan korkup böyle bi taktik geliştirmiş olabilirler), kimileri de gayet hoşnut çıkmış filmden. nolursa olsun, ağzımız bi karış açık izleyeceğimiz kesin.
'let the right one in'in amerikan versiyonu 'let me in' için kötü şeyler duymayı çok istedim ama olmuyor, olmuyor. "gayet de güzel olmuş" diyenler gitti, onların yerine "oha, orijinalinden daha iyi olmuş" diyenler geldi.
lucy walker'ın brezilyalı sanatçı vik muniz'le bir olup ortaya çıkardığı 'waste land' çok beğenilmiş. muniz rio'daki çöp toplayıcılarla ilgili sanat projesini devam ettirirken, lucy walker karşılaştıkları insanlarla röportaj yapmış.
tony goldwyn'in, hillary swank'li ve sam rockwell'li 'conviction'ı pek tutulmamış ama oscarlarda boy göstereceği kesin diyolar. bu yorumu da çok seviyorum: biz beğenmedik ama amerikalılar, filmden bi şey anlamadığı için, kesin bayılırlar (rule, britania! britania rules the waves!)
'control'la 2007'nin en başarılı filmlerinden birine imza atan anton corbijn, 'the american'la fena bi düşüş yaşiycak gibi. martin booth'un 'a very private gentleman'ı, tabii ki, ismiyle bile george clooney için biçilmiş kaftan. ama is it? george clooney'nin yavaş yavaş jennifer anistonlaştığını düşünmeye başladım. aslında o yavaş yavaş jenniferlaştı ama ben bu fikre çok hızlı vardım. gerçek hayattaki george zaten çoooook sevilebilir bi insan olduğu için, bi süredir kimsenin aklına, bu adama, gerçek hayattaki george'dan bir adım bile uzaklaşabilen roller vermek gelmiyo. (jennifer aniston da gerçek hayatta çoooook enteresan bi hayat yaşadığı için, ona da, o hayattan farklı bi rol verilmiyo)
büyük ödüle en yakın isimler, '127 hours' (danny boyle), 'another year' (mike leigh), the black swan (darren aronofsky) ve 'the king's speech'mış (tom hooper).
festivalde bir konuşma yapan ken loach ise, televizyona saydırmış. "televizyon, yaratıcılığı öldürüyo" demiş.
hadi ben yatıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder