13 Ekim 2010 Çarşamba

booker ödülünden, angelina jolie'nin filmine, her bi şey burda

sevgili okur ya, bu nası hava, allanıseversen? şöyle kolu, yakası uzamış hırkalarımız üstümüzde, bi ekim ayı, sinemadan sinemaya gezemedik. sonra kültürmüş sanatmış, nerde bunun trendyliği, üstüste üstüste giyindikçe? külotlu çorabını, fanilasının üstüne çekmiş festival seyircisi mi olur? moda blogları takip eden entelimizin mevsimsel hevesi kursağında kaldı resmen.
size kiarostami'nin filminin ne kadar lüzumsuz olduğunu anlatmadan, haberlere geçiyorum. sonra siz de işinizin başına dönersiniz.


öncelikle çok sevgili edebiyat ödülümüz booker'dan girelim. kendisi bu sene, independent'ın köşe yazarı howard jacobson'ın 'the finkler question'ına verilmiş. tabii ki ona verilir çünkü jacobson bi kere, kendini 'yahudi austen' olarak tanımlıyomuş. bu adama vermezsin de kime verirsin booker'ı? ödülü onbirinci kitabıyla alan (ve daha önce kendisine ödül vermemiş olan bütün jüri üyelerine laflar hazırlamış olan) yazar, "'the finkler question' dışarıdan bakan birine yahudiliğin nasıl göründüğünü anlatıyor" demiş. jacobson'ın "ingiliz romanına, yahudi düşünce biçimini getiriyorum" dediği roman, biri çok yahudi olmak isteyen, ikisi hali hazırda yahudi olan üç kişiye odaklanıyomuş.
jacobson, 2002 yılında da 'who's sorry now?'la booker'a aday olmuş ama o zaman shotliste bile kalamamıştı. (benim gibi ödülü alandan ziyade, jüride kimin olduğunu merak eden azınlıktansanız diye, bunu da yazıyorum: gazeteci tom sutcliffe, royal opera house kreatif direktörü deborah bull, yazar frances wilson ve financial times'ın edebiyat editörü rosie blau).

buraya van gogh tablosu koymayı reddediyorum. o yüzden aşağıdaki haber resimsiz.

geçenlerde, van gogh'un, 50 milyon dolar değerindeki 'poppy flowers' tablosunun kahire müzesi'nden çalındığını yazmıştım. çalanlar da tablo da bulunamamış ama kültür bakanlığında çalışan onbir kişi dikkatsizlikleri yüzünden tutuklanmış. yani resmen, "yapanı tutuklayamadık, bulduğumuzu tutukluyoruz" demişler. naguib sawiris de bu arada "tabloyu bulana ya da bulunmasına vesile olana 175 bin dolar vericem" demiş. bravo mısır, sizden hiçbi şey kaçmaz bence.


american film institute (afi), morgan freeman'a hayat boyu başarı ödülü vericekmiş. bu tabii, tüm hayat boyu başarı ödülleri gibi çok önemsiz bi haber. ama sadece, radikal'in ünlü fotoğraf hatasını hatırlayıp gülelim diye yazdım (hani kofi annan haberine, morgan freeman'ın resmini koyup, bi güzel de "kofi annan geçen gün bilmemnerde bilmemkimle görüştü" diye resimaltı yazmışlardı).

ben bunu yazdığım ama gönderrrrrmediğimden beri (çalışmadığım anlaşılmasın diye gönderrrrrmedim), bi şeyler daha olmuş.




encelina joli kızımız yönetmenliğe heves etti biliyosunuz, bosna'da "politik olmayan" bi aşk filmi çekicekti. ancak bosna'nın kültür bakanı gavrilo grahovac, eynci'ye memleketinde çekim izni vermemiş. (ay içimin yağları eridi). sebep olarak, filmin senaryosunun olmayışı gösterilmiş. ah eynci'm yaa, sen napıyosun, bosna'da politik olmayan, senaryosuz film mi çekiyosun? bu durumdan nefret etsen de, zekanı babandan almış olduğunu artık kabul etsen de, biblo gibi dursan bi köşede? (o diil de, ben angelina jolie'yi giderek beral madra'ya benzetmeye başlıyorum, buna ne diyceksiniz?)
aslında olaylar şöyle gelişmiş (ben tabii ki canımın istediği gibi saptırıyorum ama saptıramiycaksam niye yaziyim di mi?), filmde, bosnalı bi kadın, sırp tecavüzcüsüne aşık oluyomuş diye bi duyum alınmış. tabii ki millet ayaklanmış. tabii ki yani. tabii ki. angelina da "ay lütfen filmi görmeden söylemeyin öyle şeyler!" demiş. ama kültür bakanı "duyduklarımın aksini kanıtliycak bi senaryo gönderene kadar, film milm çektirmem" demiş. ay çok lazımdı sanki savaş filmi çekmesi yaa off!








bu amerikalılar (en azından yapımcıları) gerizekalılıklarını kanıtlamak için hiçbir engele takılmıyolar. 'let the right one in'in abd versiyonunu çekmişler! yani o kadar kalabalık bi grup insansınız film endüstrisi (en azından ben öyle olduğunuzu tahmin ediyorum), biriniz de çıkıp "bu filmi biz keşfetmedik ki? bütün festivallerde oynadı, millet ne biçim seyretti" dememişsiniz.
londra film festivali dün akşam, mark romanek'in kazuo ishiguro uyarlaması 'never let me go' ile başlamış. bugün de bahsi geçen 'let me in'le devam etmiş. "film nasımış peki" diycek olursanız, milletin fikirleri baya olumluymuş.







çok sevdiğimiz insan simon pegg, otobiyografisini yazmış. kulağa biraz saçma gelebilir, gencecik adam neticede. ama bi yandan çok da süper bi insan olduğu için, bi bildiği vardır heralde, diye düşünüyo insan. aslında bir film kitabı yazmak istemiş. prodüksiyon kitabı gibi bi şey yazıp bi sürü fotoğraflar koyucakmış kitaba, falan. ama sonra "geçmişi ve çocukluğu hakkında düşünmeye" başlamış ve bunları yazmak daha ilginç gelmiş. olmuştur bence.


bakalım bu aşağıdaki link çalışıcak mı?

burda bi vidyo var ama siz göremiyosunuz. neyse vidyo çok önemli diil, eğer diziyi seyretmiyosanız. lafa kıçından başladım pardon toparlıyorum.
'the inbetweeners' diye bi ingiliz dizisi var, geçtiğimiz günlerde ingiltere'nin televizyon ödülü neyse, onu aldı falan. çok da süper dizi. dizinin kahramanları dört tane ezik liseli çocukcağız. tabii ki kahramanlıktan daha uzak olamazlar (birinin boyu çok uzun sadece). neyse ilk bölümler pek sarmayabiliyo ama inat edip izlerseniz, mükemmel bi dizi (çocuk hoşlandığı kızın kardeşinin üstüne kusuyo falan. ne var, bence çok komik!). neeeeeyse, bu dizinin filmini yapıyolarmış.
lütfen, lütfen şuraya tıklayın ve 31 saniyelik vidyoyu izleyin. o kadar mükemmel ki. (bok kafalı ingiliz channel four, embed etmeyi yasaklamış.)

major lazer, vampire weekend, lee perry, santigold, lykke li ve daha niceleriyle beraber bi albüm yapıcakmış. bunu da araya sıkıştırıveriyim.
gavin rossdale, wait for it, boy george'un kankasıyla 'gay fling' yaşadığını açıklamış. bunun gibi gereksiz bilgileri açıklayanlara ne diyoruz? yani demesek de, en azından ne olmalarından şüpheleniyoruz? homofobik. doğru bildiniz.

hadi gittim.

Hiç yorum yok: