3 Eylül 2010 Cuma

aşkı memnu, ikea, venedik film festivali falan

günlerdir hiç içimden yazmak gelmiyo blog. ta ki çok kötü yazılmış bi blog post ya da çok takipçisi olan dandik bi blog görene kadar. ne pis insanım.
oysa bi sürü de bi şeyler okudum, hepsi de güzel haber olurdu.


mesela ikea 'kitsch' satmaya başlamış. hayır, ağlayan çocuktan kanepe minderi yapmamışlar. ama beş isveçli sanatçıyla, birer baskı için anlaşmışlar.
gelecekte kitsch olacağı kesin olan sanat eserlerini 'normal' fiyatlara satmaya karar vermişler. bunların gelecekte kitsch olucağını bilmiyo olabilirler, kıllanıp da açıp sözlükten kelimenin anlamına bakmadılarsa. çünkü her bir eserden 600 tane üreterek yaptıkları resmen bu.
o diil de, 'aşk-ı memnu' da seyretmemişler, besbelli. zira behlül'ün odasındaki o eyfel kulesi baskısı ki, türkler için ne biçim kültürel kodları var artık.
baskıların dördü süper depresifmiş. bence bu işler biraz tim burton ve johnny depp'in başının altından çıktı. burton'ın 'alice in wonderland' uyarlamasından sonra, dünyayı gerçekten de bikaç adım geriye (nireye?) götürmek istediğinden emin oldum. böyle özendirici bi melankoli ve ona önerilen gayet kötü çözümler, falan, hep bu ikisinin bayıldığı işler. helena'nın da bu adamlarla bindiği hamster tekerinden, kendini derhal dışarı atmasını bekliyorum. onun entellektüel birikiminin kökleri ingiliz aristokrasisine dayanıyo ne de olsa. (işte bu da benim içimdeki ingiliz çıkmazı.)

nerden geldik buraya yıaa?


jerar döpardiyö ve allahın uyuzu jülyet binoş arasındaki polemik, 6News'a kadar taşınmış olduğu için bu konuya girmiyim. ama binoş'a uyuz derken, jerar'ın tarafını tuttuğum da sanılmasın. o da gerçek bi apaçi (bu lafı da 'philistine'in türkçesi olarak kullanıyorum, memleketim insanının apaçi olarak adlandırdığı nüfustan son derece hoşnutum).

peggy guggenheim'ın, (geçtiğimiz yüzyılın heralde en ilginç ve önemli insanlarından biri) hayatını film yapmak sonunda birinin aklına gelmiş. 20nci yüzyılda yaşamış ne kadar havalı insan varsa, hepsiyle 'yakinen' ilişki içinde olan, guggenheim jeune (londra) ve art of this century (new york) galerilerinin kurucusu, jackson pollock ve max ernst'in kariyerlerinin itici gücü ve duchamp'ın kankası peggy guggenheim'ın otobiyografisini okuyup filmini sonra seyretmek istiyosanız buraya buyrun. zengin insanların hayatlarını anlatan filmler, konu zenginlikleri olmasa bile, iğrenç olur; bunun da öyle olma ihtimali yüksek. kendinizi bi anda, f scott fitzgerald romanında bulabilirsiniz. (adamcağızın romanları kötü olduğundan diil elbette ki ama o yapmacık alemler falan işte, can sıkıcı şeyler bunlar)

bence bu adam sarkozy'yi oynayabiliyosa, ben de sarkozy'yi oynarım

korkunç adam sarkozy'nin de 2002-2007 yılları arasındaki hayatını filme çekiyolarmış (bu laf ne güzel). sarkozy'yi denis podalydès (daha önce de, jean paul sartre ve richard II'ı canlandırmıştı) oyniycakmış. bi sürü laflar bi şeyler var tabii bununla ilgili ama bence filmi bekleyelim. ha şu var, bu, bi fransız cumhurbaşkanı hala görevdeyken onunla ilgili çekilen ilk film olucakmış.

venedik film festivali de, darren aronofsky'nin 'black swan'ıyla açıldı. filmin daha bismillah ilk gösteriminden sonra, o natalie portman denen alçağın oscar alacağı konuşulmaya başlanmış bile.
tran anh hung'un, haruki murakami'nin romanı 'norwegian wood'dan uyarladığı film ise epey beğenilmiş.
okuduklarımdan anladığım kadarıyla, julian schnabel, yahudi bi yönetmen olarak resmen risk alarak çektiği 'miral'de, hikaye anlatımında pek başarı gösterememiş ama hikayenin kendisi yeterince cesur çekilmiş. gazeteciler, antony cordier'nin ismi ingilizceye 'happy few' diye çevrilmiş filmine ise bayyılmışlar, sevgili okur. bunu okuduğum yerde 'nouvelle vague 2010 artistry' lafı geçiyodu. hadi bakalım. peter bradshaw (the guradian), sofia coppola'nın 'somewhere'ine iki yıldız vermiş sonra da, "bu film 'lost in translation'ın b-side'ı" demiş. ama bu peter bradshaw tabii -bazen house'un sinema eleştirmeni versiyonu olduğundan şüphe duyduğum bi insan.
visconti'nin 'death in venice'i çektiği hotel des bains, sizlere ömür. bundan sonraki hayatında apartman olarak hizmet vericekmiş. böylelikle lido'da bi tane otel kalmış. venedik film festivali için gelen konuklar da, daha çok gazetecilerin konakladığı excelsior'dansa, ana karada kalmayı tercih etmişler.
thomas mann'ın writer's block'una çare olan, diaghilev'in ölmek için uygun bulduğu otelin kapanışını, variety 'bir çağın sonu' olarak değerlendirmiş.
palazzo del cinema'ya (festivalin merkezi) ek olarak yapılan binanın da inşaatı bitmemiş. festival alanı bildiğiniz inşaat sahası gibiymiş. bence fena bi atmosfer olmayabilir.
bunlar dışında, quentin tarantino'ya italyan basını sürekli "bütün yönetmenler de arkadaşınız maaşallah (rodriguezin yeni filmi 'machete' de yarışma dışı gösterilicek), jüri başkanlığınızın samimiyetinden nası emin olucaz?" falan gibi salakça sorular soruyolarmış. bi de, variety, festival boyunca günlük bi gazete çıkarıyomuş. ancak her ne kadar, avrupa film festivalleri hollywood'un ilgi merkezi haline gelmiş olsa da, hala biraz mantığı kalmış olan avrupalılar, gazetenin, bütün filmleri gişe potansiyeli açısından değerlendirmesiyle büyük dalga geçiyomuş.

hadi sıkıldım sizden, gidin

Hiç yorum yok: