
İSTANBUL – Geçtiğimiz hafta Kurye Uluslararası Video Festivali ‘İnsan bedeni demode bir yapıdır’ tezini pekiştirdiği ‘Üçünü El’, ‘Yazan Eller’, ‘Protez Kafa’ ve ‘Exoskeleton’ gibi projeleriyle tanınan Stelarc’ı konuk etti. 80’li yıllarda vücudunu kancalara bağlayarak New York sokaklarında ‘uçan’ ve dolayısıyla trafiği durduran ve bu gibi diğer projeleriyle o zamanların Hollywood yıldızları kadar ünü olan Stelarc’ın en çok koluna taktırdığı protez kulakla bilindiğini kabul etmek lazım.
Aksanat’ta verdiği seminerde yıllardır yaptığı projeleri anlatan Stelarc kimi seyirci tarafından demode bulunsa da orada olmaya değerdi. Dahası bize sibernetik teorinin eğilimlerinden bunun tıpla ilişkisine ve kolundaki kulağın sırrına kadar detaylı cevaplar verdi.
İnsan vücuduyla ilgilenmeye ne zaman başladınız?
Önce sanat okulundayken performans sanatlarını keşfettim. Çünkü kötü bir ressamdım. İnsan vücudunun yalnızca bir deneyim ortamı değil aynı zamanda ifade ortamı olduğunu düşündüm hep. Buna ek olarak vücudun gelişebilir bir mimari yapı olduğunu da düşünürüm. İşlerimin altında yatan en büyük önerme buydu. Bir de vücudun demodeliği ve protezimsi görünüşü. Medeniyet hep teknolojiyi nasıl kurduğumuz ve kullandığımızın sonucu oldu. Tabii dil de bir çeşit teknoloji. Hardware’in yanısıra software de var.
Ben bu sibernetik işinden pek anlamıyorum. İnternette araştırdım ve 40lardan sonra teori bazında bir şeye rastlayamadım...
Sibernetik teorisi Norbert Wiener tarafından ortaya atıldı ve geri bildirim döngüsü fikriyle ilgiliydi. Bir şeyin gerçek dünyada geri bildirim döngüleriyle nasıl otomatik olarak çalışabileceğiyle ilgiliydi. Ama şimdi ilgi daha çok sibernetikte değil cyborg vücudun söylemi ve teknolojinin sahip olmamızı sağladığı postmodern kimlikler üstünde. Vücutlarımız sadece deri tarafından kapatılmış ve başkalarıyla belli bir yakınlıkta işlemesi gereken biyolojik yapılar değil. Bağlantılar olmaksızın başka bir yerdeki başka bir insana kendimizi projekte edebiliyoruz. Bu da insan bedenini uzantılı bir sistem haline getiriyor. Cyborg fikri insan ve makinenin bir bedende toplanmasına dayanıyor. Bazı uzuvların teknolojik parçalarla değiştiriliyor ve insan ötesi ya da popüler ismiyle cyborg oluyorsun. Bence birçok farklı cyborg bedeni ve sistemi var. Biz Japon manga stilinde düşünüyoruz. Ama alternatif cyborg sistemleri olasılığı da var. Mikrominyatürize makineler ve nanomakinelerin insan bedeninin içine yerleştirildiği sistemler var. Yani görünüşün tamamen aynı olacak ama içerisi farklı olacak.

İnsan bedeninin önceden uyarı sistemi yok. Hücre düzeyinde bir şeyin doğru çalışmadığı konusunda seni uyaran bir sistem söz konusu değil. Örneğin memende bir yumru hissediyorsun ya da miden ağrıyor. Ancak o zaman ‘Meme kanseri oldum’ ya da ‘Mide kanseri oldum’ diyorsun ve çok geç oluyor. Ama mikrominyatürize bio sensörler hastalıkların daha ilk başlarında vücuttaki patolojik değişiklikleri belirleyebilecek ve nanorobotlar bir takım basit tedavileri gerçekleştirebilecek, ilaçları tam olarak nereye gitmeleri gerekiyorsa oraya enjekte edebilecek. Bu da bir diğer beklenmeyen cyborg olasılığı.
İnsanlar durdukları yerde de cyborglara benzemiyor değiller ama değil mi?
Tabii internette takılan insanlar birbirlerinden çok uzakta olsalar da elektronik olarak bağlantılılar yani internet bir çeşit dış sinir sistemi. Yine bağlantıda olan bu bedenlerin görünümünde bir değişiklik yok ama bağlantıları sebebiyle onlar da bir çeşit cyborg oluyorlar. Tabii bu kapatılabilir bir sinir sistemi. Örneğin bu bize bireyselliğin önemini hatta varlığını sorgulatıyor. Çünkü şu an önemli olan bireyselliğin değil bağlantılılılığın ya da mobil olman yerin değil interaktiviten. Yani bizim içimizde olandan ziyade aramızda olan önemli. Artık insan olmanın ne demek olduğunu bedenimizin dışında bir yerde bulmaya çalışıyoruz. Ama bence çoktan cyborg olduk bile.

Protez meselesiyle ilgileniyorsunuz hatta kolunuzda az sonra değineceğimiz protez bir kulak var. Peki insanın proteziyle arasındaki duygusal bağ hakkındaki düşünceleriniz neler?
Soruna şöyle değişik bir patolojik durumla cevap vereyim: Bazı insanlar bir uzuvlarına yabancılaşabiliyorlar. Yani bir kolun var ama bu kolun sana ait olmadığını hissediyorsun ve onu istemiyorsun. Bu iş öyle raddelere geliyor ki yakın bir zamanda bir cerrah bir hastanın bacağını kesmeyi kabul etti. Çünkü bu insan bacaklarını kendilerine ait hissetmiyor. Peki kolunu kaybettiğinde ve protez taktırdığında ne oluyor? Bazı insanlar kısa zamanda bu duruma alışıyorlar ve protezlerinin yavaş yavaş vücutlarının bir parçası olduğunu hissetmeye başlıyorlar. Çünkü mesela protez eli olan birisinin eli kasların gönderdiği elektrik sinyalleriyle çalışıyorsa o zaman bunu sahiplenmesi zor değil. Çünkü beyni ne yapmak isterse eli de onu yapıyor. Şimdi protezler tabii daha başarılı. Birkaç yıl önce iki eli de protez olan ilk insanla tanıştım. İki eli de kadavradan alınmıştı. Elleri, kasları ve sinirleri vs koluna bağlamışlardı ve altı ay sonra kadavra elleri oynatabiliyor, sıcaklığı, dokunuşu hissedebiliyordu. Yani artık vücudumuzun bir parçası başka vücutlara ait olabiliyor. Buna deri devir daimi diyorum. Bir yandan bugün senin olan bir böbrek yarın benim olabilir ama onun daha önce sana ait olduğunu iddia edebilir misin? Çünkü özgür irade diye bir şey var mı, bunu da tartışabiliriz. Yani bedenini sen mi kontrol ediyorsun? Yoksa o toplumsal öğretilerle mi hareket ediyor? Hatta sen diye bir şey gerçekten var mı?
Peki son olarak kulağa gelelim...
Kulak henüz tamamlanmadı. Bu şu an sadece rölyef hali. Daha benim kök hücrelerimden kulak memesi yapacağız. Tabii elektronik bağlantısı da olacak. Çünkü kulak protezimin varlığının sebebi kablosuz vericiye bağlı bir mikrofonla internet üstünden kablosuz internet erişiminin olduğu her yerde kullanılabilir olması olacak. Yani ben buradayken (Marmara Pera’nın café’sinde) sen de Melbourne’deyken internet üstünden bizim şu an yaptığımız konuşmayı dinleyebiliyor olacaksın. Bu organın önemi yalnızca bana değil isteyen herkese hizmet ediyor olması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder