
LONDRA - Eğer sevdiğiniz yazarların varoluşsal dertlerin altında ezilmiş, aksi, içkici, erkek-kadın delisi olmasını istiyorsanız Kazuo Ishiguro sizin kaleminiz değil. Onu daha ziyade odaklanmış sükunet ve samimi sakinlikle tanımlamak mümkün. Tavrı net hatta detaycı, konuşması ise ukalalık derecesinde titiz. Yazıları ise, tabii ki soğukkanlılık harikası. Onun için tek bir tanım kullanmam gerekse 'kontrol delisi' derim.
Son iki romanı 'Çocukluğumu Ararken' ve 'Beni Asla Bırakma' dünya çapında bir milyon sattı. Ish de vicdanına uyarak bunları iki yıllık bir dünya turnesiyle tanıttı. Bu turnenin en büyük etkisi stili üstünde olmuş. Turnede okurlarının büyük bir kısmının kitaplarını çeviri kitaplardan okuduklarını fark etmiş."Bu da demek ki Londra'daki insanlar üstünden varsayımlarda bulunmamalıyım. Yazarken de hep çeviri dilinde söylediklerimin bir anlam ifade etmesine çalışıyorum. Bu hem iyi hem kötü bir huy ama bu huyu edindim bir defa" diyor. "Kendi dünyası üstünden yazma lüksüne sahip olanlar yalnızca Amerikalı yazarlar çünkü insanlar Amerika hakkında bilgi edinmeyi görev sayıyorlar. İngiliz kültürünün artık öyle bir etkisi yok."

Peki neden kısa öykü kitabı? "Bir roman yazarken hikayenin üç veya dört farklı yüzeyi oluyor ve bunların her birini ayrı ayrı düşünmeniz gerekiyor. Aynı karakterleri içeren yüzeyler olsa bile. Önce hikayeler yaratıp sonra bunların birbirine nerede oturduğunu bulmaya alışığım. Ama belki de bu yazarların düşündüğü kadar da önemli değildir. David Mitchell'in 'Cloud Atlas' ve 'Ghostwritten' kitapları veya 'Trainspotting' aslında kısa öykülerden oluşan kitaplardır ama roman olarak piyasaya çıktılar. 'Anna Karanina' bile aslında iki birbirinden ayrı romandan oluşur."
Buna göre konuşacak olursak 'Nocturnes'ün içinde bir birlik olduğunu söyleyebiliriz. "Hikayelerin hepsinin Berlin Duvarı'nın yıkılışı ve 9/11 arasında bir zamanda geçmesini istedim" diyor. Hatt 1950ler'de geçen bir hikayeyi kitaptan bu yüzden çıkarmış. "Gerçi bunun hikayelerle hiçbir ilgisi yok ama medeniyetler çatışmasının farkında olunan bir dönemde geçmesini istemedim. Çünkü şimdi o zamana bakınca sıkıcı derecede umut dolu olduğunu düşünüyorum."
Hikayeler temalardan ziyade ilişkilerle ilgili ve belli bir romansla kaplanmış. Aynı zamanda hep yanlış bir şey var gibi. Yalnızca pişmanlıklar değil bir çeşit delilik de var. Ish 'sulu komediyi' yüksek gerçekçilik yerine kullanıyor. Neticede hayatta çoğunlukla başımıza gelenler de sulu komedi.
Kontrol delisi Ish'in bile başına gelebiliyor. 'Beni Asla Bırakma'nın çekimleri başlamak üzere ve o da yapımcılardan biri. "Bu da bana endişelenme görevini veriyor. İnsanlar her gün beni krizle ilgili bilgilendiriyorlar."

Filmler başka zamanlarda da ayağına dolanmış. İster inanın ister inanmayın bir vampir romanı yazmak istemiş ama şu sıralar o kadar çok vampirli gençlik filmi var ki bu dalganın dinmesini beklemek zorunda.
Channel 4 artık onu Japonya ve İngiltere arasındaki ticaretle ilgili konuşması için aramıyormuş. "İnsanlar bu konuda biraz daha medenileştiler. Biraz gezdiler, başka yerlerde yaşadılar ve öğrendiler ki ben de sadece doğduğu yerden uzakta/yurtsuz bir insanım. Japonlar ise hala benim Japon olduğumu iddia ediyorlar, hatta eskisinden de çok."
5 yaşında ailesiyle beraber Japonya'dan İngiltere'ye taşınmış bu adam elbette ki adamakıllı bir İngiliz. Ama önemli olan bu doğduğu yerden uzakta olma meselesi. 20. yüzyılda yaşanan 'insanların İngiliz kültürüne dair bir şeyler okumak isteyeceğine olan güven' kaybı da İngiliz vatandaşlığına geçerek Japonluğunu kaybedişi kadar manidar. Kontrol delisi ama yurtsuz Ish'in evinin bulunduğu tüm durağanlığına rağmen şaşırtıcı biçimde egzotik bir yer olan Golders Green'de daha az göze çarpan bir aidiyet araması gerek. Biz okurlarına düşen de bulacağını ummak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder