İKSV hayalini bile kuramadığımız konserlerle insanı şaşırtıveriyor. Bunlardan sonuncusu Rufus Wainwright’tı. Rufus, konseri öncesi Topkapı Sarayı’nın bahçesinde hayatından 10 dakikayı ayırdı bize
İSTANBUL - Kimileri onu ‘Shrek’in soundtrack’i için cover’ladığı Leonard Cohen klasiği ‘Hallelujah’ ile tanıdı. Kimileri ise nostaljisini yapmaya doyamadığımız Audiogalaxy’ye 1999 yılında düşen parçası ‘Instant Pleasure’ ile. O zamandan beri giderek müzik dünyasındaki gücü arttı. Mesele galiba herkesin söylemek isteyip de nasıl anlatacağını bilmediği bir takım şeyleri insanın içini rahatlatacak kadar net biçimde ifade edişiydi. Bir de bunu sanki herkesin böyle bir yetisi varmış gibi rahat yapışı.
Favori yazarı Thomas Mann
İlk soru: Rufus Wainwright gibi herkesin derdine çare olan şarkı sözleri/şiirler yazan insanlar ne okur? “Çocukken edebiyata çok meraklı değildim” diye cevaplıyor. “Yani ‘Narnia’yi falan okumuştum tabii. Dickens da okurdum. Ama ateşli bir okur olmam 20’li yaşlarımda oldu. Ondan sonra da okuma merakım giderek arttı. Artık aynı anda üç kitap birden okuyorum. Gitgide de daha fazla okumaya başlıyorum.”
‘Favori yazarın’ deyince hiç düşünmeden “Thomas Mann” diyor, “Sihirli Dağ’ı çok severdim.”Performans meraklısı bir insan olduğunu zaten biliyoruz. O da gençken Tennessee Williams oyunları okuyup onları kafasında canlandırdığını itiraf ediyor. Bir de Milan Kundera var. Gençliğinde çok büyük hayranıymış.
‘En iyi şair Shakespeare’
Şiirden bahsetmek isteyince tiyatro yönetmeni Robert Wilson ile Shakespeare sonelerine dayanan bir müzikal projesi üstüne çalıştıklarını öğreniyoruz. “Muhtemelen yaşamış en iyi şair” diyor Shakespeare için. Bir de beklenmedik olmayan bir biçimde Emily Dickinson’ı çok sevdiğini söylüyor, sonra ekliyor: “Eh bir şeyler biliyorum işte ben de.” Mütevazilik yaptığını sanıyorum. Aslında tam tersini yapıyor. Az sonra ‘Rufus’la ilgili önümde yepyeni bir vizyon acılacak.
‘Beğenilmem sürpriz değil’
Soru şu: Elton John sizin için “Yaşayan en iyi şair” dedi. Bu ve benzeri yorumları da sıkça ve oldukça büyük isimlerden duydunuz. Bu sizde bir baskı yarattı mı?
“Hayır” diyor. Gülüyorum. Gülmüyor. Dehşet içinde, “O kadar havalı bir insansın yani?” diyorum. Neyse ki şimdi gülüyor. Açıklıyor: “Hayır çünkü bunu bekliyordum. Albümlerim ve şarkılarım üzerine çok sıkı çalışıyorum. Kendimi çok yoruyorum, yeteneğimi, ruhumu, hayalgücümü, her şeyimi yaptığım iş için harcıyorum. Her şeyimi bu işe veriyorum. Bu yüzden bunu takdir edebilecek başka sanatçılardan da takdir etmelerini bekliyorum. Beğenileri benim için bir sürpriz olmadı ama onurlandım.”
‘ABD o kadar sorumsuz ki’
Rufus Wainwright’ın şarkıları her zaman her şeyle ilgili olabilir. Montreal’le, California’yla, sigara ve çikolatalı sütle, gitmekle, kalmakla... “Başka alanlardan sanatçıların, mesela ressamların, yazarların, oyuncuların beni beğenmesi beni daha çok heyecanlandırıyor” diyor. “Çünkü bu beğeni sadece müzikle ilgili bir şey değil. Ben şarkılarımda hayattan bahsediyorum.”
Bir de tabii erkekler var. Yakın zaman önce Clive Owen’ın konserini izlemeye gelmesi de onu oldukça heyecanlandırmış.
‘Peki bu kadar mevzu arasından en çok neyle ilgilisin?’ deyince, konu Amerika’ya geliyor. Son albümü ‘Release the Stars’ın açılış şarkısı ‘Going to a Town’da ‘Seni seven bir dünyayı kötü emellerine alet ettin’ dediği Amerika için şöyle diyor: “Eğer ABD’de yaşıyorsan ve akıllı bir insansan politikayla ilgilenmekten başka şansın yok. O ülke o kadar çok şeyden sorumlu ve o kadar sorumsuz ki.”
İlgilenmediği konulardan biri müzik! “Tam bir opera delisiyim ve hayatları tiyatroda geçmiş insanlarla konuşmaya bayılıyorum. Ama benim asıl evrenim müzik endüstrisi olmasına rağmen ondan bahsetmekten hiç hoşlanmıyorum. Listelerde kim bir numaraymış, kimin yeni videosu varmış, yeni gruplar kimlermiş vs. bunlar hiç ilgimi çekmiyor. Ama bestecilerin, ünlü oyuncuların ya da şarkcıların, hayatları sahnede geçmiş insanların hayatlarıyla ilgili şeyler öğrenmeyi çok seviyorum.”
‘Orada biraz sürtüşme oldu’
Rufus Wainwright ismi ortaya çıktığından beri müzisyen ailesinden, cinsel tercihine kadar birçok konuyla da en az müziği kadar gündeme geldi. Aniden çok fazla ilgi gördü ve bu durum kendisinin de belirttiği gibi onu pek şaşırtmışa benzemiyordu. “Bence uzun bir zaman boyunca bazı insanların benim müziğim konusundaki heyecanından çok etkilendim. Onlara göre çok hayranlık uyandırıcıydım ve kendim de çok fazla kendimden emindim. Bu durum diğer bazılarına ‘Bi dakka bana neyi sevmem gerektiğini söylemezsiniz!’ dedirtti. Orada biraz sürtüşme oldu” diyor.
Rufus’tan kurtuluş yok!
Peki simdi? “Artık daha çok saygı gördüğümü hissediyorum. Şimdi bu iki durumun eşitlendiğini hissediyorum. Benim yaptığım ise bayılmayan insanlar -ki bununla da barışığım- da benim sanat dünyasında önemli bir güç olduğumu kabul ettiler. Çünkü ben hayatta kalmayı başardım ve başarılı olmaya devam ettim. Bana karşı bir öfke vardı ama ben bu insanları haksız çıkardım. Bence birçok insan ‘Sanırım bundan kurtuluş yok’ dedi benim için.”
Kendisinden yalnızca 10 dakika koparabildiğimiz için röportaj daha karşımdaki gözlüklerin arkasında Rufus’un oturduğu fikrine alışamadan bitiveriyor.
‘İstanbul çok yaşanılası’
Son olarak İstanbul’u çok yaşanır bulduğunu ve şu sıralar dinlemekten en çok hoşlandığı sanatçıların ablası Martha ve çok yakın arkadaşı olan Joan Wasser ile Antony olduğunu öğreniyoruz.
Foto muhabirimiz Muhsin son bir fotoğraf için Rufus Wainwright’ı Aya İrini’nin girişine götürüyor ve bahsi geçen güneş gözlükleri çıkıyor. Öyle bir hisse kapılıyorum ki, sanki dünyada yalnızca Rufus’un gözleri mavi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder