28 Kasım 2008 Cuma

Gitmemek için sebep yok

Bol ödüllü 'Gitmek'in başrol oyuncusu Ayça Damgacı "Kürtlerle ilgili klişe bir ses var insanların kulağında. Bir gerçeklik duygusu aramak lazım. Bu kaygılardan ve klişerlerden kurtulmak lazım" diyor.

İSTANBUL - "İstanbul'da yaşayan Türkiyeli bir kadın oyuncu Adıyaman'da film setinde Kürt bir erkek oyuncuyla tanışır. Önce çok iyi arkadaş sonra aşık olurlar. Sonra bu aşk içinde ikisi de memleketlerine dönerler. Biri İstanbul'a diğeri Süleymaniye'ye. Ama telefon trafiği devam eder. Bu arada kadın Hama Ali'yi İstanbul'a getirmenin yollarını arar. Birlikte nasıl bir hayat kurabilirler diye hayaller kurar. Ama en sonunda da onu görmeye karar verir ve yola düşer. Bu da ABD'nin Irak'ı işgal ettiği döneme denk gelir. Habur'dan geçemez sınır kapalıdır ve İran'da buluşmaya karar verirler. Bu yolculuğun hikayesini anlatır film." Sezonun en ödüllü filmi 'Gitmek'in başrol oyuncusu ve senaryo ortağı Ayça Damgacı böyle anlatıyor filmin konusunu.
Mevzuya bakınca bir aşk filmi hayal etmek mümkün. Ancak 'Gitmek' her ne kadar nadir bulunur bir aşk hikayesinden yola çıksa ve merkezdeki konusu bu da olsa bir aşk filmi değil. 'Gitmek'in güzel tarafı aşk filmi olmayışı.

Ayça Damgacı aynen anlattığı gibi Adıyaman'da film setinde tanışmış ününü 'Kuzey Irak'ın Kadir İnanır'ı değilse de Rutkay Aziz'i' diyerek anlattığı Hama Ali'yle. Olaylar aşağı yukarı Ayça'nın film özetindeki gibi gelişmiş ancak Ayça'nın yolculuğuna birebir bağlı kalınmamış. Hüseyin Karabey'in bölgeyi ziyaretleri sırasında gördükeri ve tanıştığı insanların hikayeleriyle birleştirilmiş Ayça'nın hikayesi.
Sonra 'bir Türk kızı bir Kürt oyuncuya aşık oluyor' diye, 'böyle kritik zamanlarda' 'hoş olmaz' diye film İsviçre'de düzenlenen ve konuk ülkenin Türkiye olduğu festivalden çıkarıldı. Bunu yapan da Kültür Bakanlığı'nın dış işlerinden sorumlu şahıstı. "Kültür Bakanlığı bu filmi her aşamada destekledi. Önce çekilmesi için bir para verdi sonra kopyalar için, yurtdışında katılacağı festivaller için vs. Bu konuda desteğini esirgememiş bir merciden bir gün böyle bir ses yükseliyor. Aslında sadece bir kişi bu. Ama Tanitim islerinden sorumlu çok kilit bir kişi. Yani onun bir lafıyla film İsviçre'deki festivalden çıkarılabiliyor. Bir yanıyla "alisildik" bir yandan da bir kadın hikayesi olduğunu bir kez daha hatırlatıyor bu olay. Çünkü bir Türk erkeği bir Iraklı kadını sevseydi 'Ah gönlü kaydı olurdu' ama bir Türk kızı bir Kuzey Iraklı'yı sevince bu Türk kimliğini zedeleyici, yani "yurtdışında itibarımız haysiyetimiz bu şekilde temsil edilmez"e geliyor. Bu da, filmin bir kadın hikayesi olduğunun bir kez daha altını çizmiş oluyor."
Filmi seyretmeden önce filmin ideolojisine aykırı olabilecek hiçbir fikre sahip olmadığımdan filmin aslında Kürt konusuna yaklaşımın genel yaklaşıma olan farkını fark etmedim. Ama eve gelip de daha önce yapılmış röportajları ya da film hakkında yazılmış yazıları görmeden de dank etmedi. Türkiye'de insanlar Kadıköy'de Fener maçına giderken PKK karşıtı sloganlar atıyorlardı! Öyle ayaküstü! Nefret köklüydü ve her an insanların aklında taptazeydi.
"Kürtlerle ilgili bir ses var insanların kulağında. Bir Kürt nasıl konuşur? Bazıları onu çok karikatür yapıyor. Bazıları daha az. Ama Güneydoğulu deyince insanların aklına belli bir aksan geliyor. İşte hep kızgın ağa, mağdur anne, hep böyle tiplerle sınırlı Güneydoğu hikayeleri. Bu klişelerden de kurtarmak gerekiyor. Bu coğrafyayı hisettiğim ve gördüğüm gerçekliğiyle anlatabilmek çok önemli bir şey. Çünkü oradaki insanlar aralarında aynı o dizilerde olduğu gibi aksanlı bir Türkçe ile konuşmuyor. Onlar kendi aralarında bakkala giderken ya da kendi aile problemlerini konuşurken hatta bizim yan inşaatta ustalar kapıyı nasıl takıp sıvayı nasıl çekeceklerini konuşurken Kürtçe konuşuyorlar. Eğer bir hakikat varsa insanların birbirleriyle nasıl konuştuklarını düşünürsek, o komik aksanla değil kendi dillerinde yapıyorlar. Tamam altyazıyla dizi yapılacak değil ama sinemada illa ki bir gerçeklik duygusu aramak lazım. Bu kaygılardan ve klişelerden kurtulmak lazım. Bu konuda bizim filmin çok yol aldığını düşünüyorum. Sokakta başka bir dil yankılanıyor ve hiçbir "turk"de ağzını açıp bir şey diyemiyor. Çünkü kapıyı monte etmek için o dilde tarif etmesi gerekiyor ustanin."
'İlişki için ya da film için hiç beklemediğin bir tepki aldın mı' diye soruyorum. Çünkü hikaye hassas ve bir Kültür Bakanlığı çalışanının verdiği tepkiyi herhangi birinin de verebileceğini hiçbir yerden değilse maça giderken atılan sloganlardan biliyoruz. "İlişkide hiç olumsuz bir tepki almadım. Hiç olmadı öyle bir şey. Filmi de izlemiş insanların yüzde doksanı çok iyi şeyler söyledi hep" diyor. Herkesin etrafında kendi gibi insanlar olduğundan herkes dünyayı kendisi gibi zannedebiliyor. Ama gitmeye sonra da yolculuğun hikayesini herkese açmaya kalkışınca insan çıplak gerçekle karşılaşıveriyor. Karşılaşması da gerekiyor.
Filmle ilgili Ayça'nın hissiyatına gelince "İnsanlar filmi çok içten buluyorlar. Samimi buluyorlar. Kusurlarından bahsediyorlar filmin tabii ama en önemli şey içtenlik samimiyet ve hikayenin içine girmeleri, hikayenin onlara bir şey hissettirmesi bir gerçeğe işaret etmesi. Benim için bir sanat eserinde en önemli olan ilk beş maddeden geçer oy alıyor. O çok önemli bir şey" diyor.
'Peki o yolculuğa çıktıktan sonra neler değişti? Bunu da bilmiyordum vay be dediğin ne oldu?': "Bilgi bazında değil de daha çok duygusal empati bazında cevaplayabilirim bunu. Mesela çekimlerde sınırda konuştuğumuz bir anne var filmde. Hatırladığım kadarıyla bir oğlu ölmüş bir oğlu da hapisteydi o annenin. Gösterilerde yere düşmüş asker yüzünü tekmelemiş dişlerini orada kaybetmiş. Bu çok acılı bir anne. Bütün bunları anlattı. Benim için çok etkileyiciydi. Aslında ben bütün bu söylediklerini takip etmiyor muyum basından? Bilmiyor muyum? Kendi çapımda tabii ki biliyorum ama böyle bir anneyle tanışmak konuşmak başka bir şey. Hikayesinin yanısıra o acının onun yüzünü elini nasıl etkilediğini görüyorsun. Bekar odaları çok etkiledi beni tabii ki. Daha önce Hüseyin'in bir belgeseli vardı. Ama oraya gitmek o insanlarla tanışmak başkaydı. Ki Hüseyin o çekim yaptığımız yerin aslında bazı bekar odalarına göre iyi durumda olduğunu söylemişti. Bazılarının penceresi yok, yosun tutmuş bir odada on kişi. O gayri insanı koşullarda oranın havasını soluyup orada bir şeye değmek o objelere ve insanlara değmek hiç küçümsenmeyecek bir tecrübeydi benim için. Bir de Güneydoğuda insanların konuşmak söz almak kendini ifade etmek için ne kadar istekli olduğunu gördüm. Çok tatlılardı. Halk son derece yardımcı ve sıcak. İran'da da keza öyle. Oyuncular geliyordu. Figürasyon için bile çok yetenekli oyuncular geliyordu. Çok yetenekli oyuncular var. Hayatı çok iyi tanıyorlar. Doğudaki insanların hayatla bağları çok kuvvetli. Dolayısıyla arada asılı ne yaptığını bilmez bir durum yok. İran'da özellikle."

'Gitmek' bugüne kadar dünyanın çeşitli yerlerinde prestijli festivallerden ödülle döndü. Filmle ilgili haberler basında sıklıkla yer aldı. Ancak bu cuma ikinci haftasına giren film fazla seyirci toplayamadı. Aslında film yapabileceği her şeyi yapmış senenin en ödüllü Türk filmi olmuştu.
'Gitmek' kelimesinin insanda uyandırdığı ilk hisler negatif. Ancak filmde, 'gittikçe' karşılaşılan gerçekler sevimsizleşse de 'gitmek' baştan sona pozitif bir anlama bürünüyor. Gitmeyenlerin sadece gitmemekle kalmayıp aynı zamanda kimseyi bir yere -örneğin İsviçre'ye- de göndermediği ortada. Bütün bunlar ışığında 'Gitmek'e gitmemek için sebep yok.

5 yorum:

rosa dedi ki...

"Gitmek" e gidesim vardı, bu yazıyı okuduktan sonra daha da, daha da gidesim geldi.. En, en kısa zamanda.

Ellerinize sağlık, pek güzel olmuş.

deja dedi ki...

muck

Boran Güney dedi ki...

Filmin ingilizce ve türkçe versiyonlarının neden farklı isimler altında yayınlandığı konusunda bir açıklama var mı?

deja dedi ki...

onu bilmiyorum darling

deja dedi ki...

ama isminde marlon brando geçen bi türk filmi şane bi fikir bence